29 Şubat 2016 Pazartesi

2016 Oscar Ödülleri Sonuçları

Herkese yeniden merhaba!

Cumartesi günü The Danish Girl (Danimarkalı Kız)' ı izledikten sonra daha film izlememeye karar vermiştim, çünkü Carol ile birlikte The Danish Girl de bende mide bırakmadı. Özellikle Danimarkalı Kız' ı o kadar atlayarak izledim ki, 2 saatlik filmi 1 saatte falan izledim. Filmle ilgili tek diyebileceğim şey, filmin daha 36. dakikasında Alicia Vikander' in başarılı performansı.

Gelelim Oscar ödüllerinin sonuçlarına:

En İyi Film:

Spotlight 


Spotlight en iyi filmi gerçekten de haketti bence. The Revenant da güzeldi ama bu filmin konusuda, tüm film boyunca temposunun yüksek olması da kazanmasını sağlayan etmenler diye düşünüyorum. Kimse bu filme şans vermiyordu, ya The Revenant ya da Mad Max: Fury Road' u öngörüyorlardı. Akademi her sene bir sürpriz yapıyor, bu filmin tüm oyuncuları ve orijinal konusu filmi oscara taşıdı. 

En İyi Erkek Oyuncu:

Leonardo DiCaprio / The Revenant



Tabi ki Leonardo DiCaprio! Artık bu sene de bir kazık atamazlardı bu adama. Bir de diğer oyuncuları da izledim, ben ne Eddie Redmayne' yi o kadar beğendim, ne Bryan Cranston'ı. Bu sene kazandı evet, ama dediğimin arkasındayım. Bu ödülü daha önceden almalıydı. Zaten hakkıydı. 

En İyi Kadın Oyuncu:

Brie Larson / Room


Kesinlikle hakkıyla kazanılmış bir oscar! Cate Blanchet' ın alamamasına o kadar sevindim ki... Brie Larson' ın almasını çok istiyordum zaten filmi izlediğimden beri, hak eden aldı. 

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:

Mark Rylance / Bridge of Spies



Bridge of Spies'ı izlemedim, dolayısıyla bu adamın oyunculuğuyla ilgili herhangi bir şey söyleyemeyeceğim. Ancak Cristian Bale alamadıysa, bu adam iyi oynamış demem ki. 

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:

Alicia Vikander / The Danish Girl


İşte en çok sevindiğim ödül! Bu da hakkıyla kazanılmış bir oscardı bence. Filmi hiç beğenmedim, ama bu kadının oyunculuğu, tek kelimeyle  şahaneydi. 

En İyi Yönetmen:

Alejandro Gonzales Inarritu / The Revenant


Bu adam geçen sene de kazanmıştı. Kendini kanıtlamış bir yönetmen. Daha birşey demeye gerek yok. 

En İyi Özgün Senaryo:

Spotlight 


Bence de. Bir film bu kadar mı sürükleyici olur?! Filmin sürükleyici olması, oyuncuların performansı kadar, senaryonun da sağlam olmasıyla doğru orantılı. 

En İyi Görsel Efekt:

Ex Machina


Bu filmin görsel efektleri gerçekten çok iyiydi. Alicia Vikander, bu filmden de oscar kazanabilirdi bence. 

En İyi Animasyon Filmi:

Inside Out / Ters Yüz


Ben animasyon filmlerini çok severim, dolayısıyla oscar ödüllerinde animasyon kategorisini de takip ederim. Bu sene bu filmin kazanacağı belliydi, çünkü diğer adaylar iyi değildi ve lütfen, Disney Pixar'dan bahsediyoruz!! :) Bunu izleyin ya, o kadar eğlenceliydi ki... 



Benim bu seneki oscarlarda ilgilendiğim dallar bunlardı. Son olarak Mad Max: Fury Road' un 6 dalda oscar aldığını da ifade edeyim. Hangi dallarda oscar aldıklarını aşağıya yazacağım.

Mad Max: Fury Road



  • En İyi Ses Kurgusu
  • En İyi Film Kurgusu
  • En İyi Kostüm Tasarımı
  • En İyi Ses Miksajı
  • En İyi Yapım Tasarımı
  • En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı

Okuduğunuz için teşekkürler, oscarlar dağıtılmış olsa da izleyemediğim filmleri izleyeme devam edeceğim. Burada da paylaşacağım. 






























26 Şubat 2016 Cuma

TOPKAPI SARAYI

Herkese yeniden merhaba!

Bugün daha fazla geciktirmeden Topkapı Sarayı yazısını yazmak istiyorum. Çarşamba gittiğim yerin yazısını ancak bugün yazabiliyorum. Dün ne film izledim, ne de fotoğrafları düzenledim. Çok yorulmuştum ve canım hiçbir şey yapmak istemedi. Ben de yapmadım. :) Ama bu yazıyı artık bugün yayınlamam gerek ve 28 şubata kadar son birkaç film daha izlemem gerek. Hadi o zaman, başlayalım!

Babüsselam Kapısı

Başlamadan önce şunu belirtmeliyim ki, en son Topkapı Sarayı'na gittiğimde 12 yaşımdaydım ve Harem dairesi o zamanlar halka açık değildi. Haliyle Topkapı Sarayını 11 yıl aradan sonra ilk görüşüm oluyor, mümkün olduğunca heryere girmeye çalıştım. Ancak gidenler bilir, restorasyon çalışmaları yüzünden iki yere girebiliyorsanız, bir yere giremiyorsanız. Aynı şey bizde de oldu. Ama elimden geldiğince bol fotoğraf çektim. Ayrıca Topkapı Sarayı'nda Beylerbeyi Sarayı'ndan farklı olarak rehber eşliğinde gezmiyorsunuz. Elektronik rehberler var, ancak belli bir ücret ödemek gerekiyor. Şunu da yazayım buradan, Topkapı Sarayı'nı gezerken Harem'e de girecekseniz, o gün yanınıza fazladan para almayı unutmayın! Yetişkinler için Topkapı Sarayı 30 lira, ayrıca Harem dairesi için 15 lira ödemek gerekiyor. Bir de elektronik rehber alırsanız, bu da 20 lira kişi başı. Bunları bilmekte fayda var, o gün çulsuz kalmak istemezsiniz emin olun! :)

Öncelikle Topkapı Sarayı'nın saray kısmı üstte gördüğünüz fotoğrafın olduğu kapı ile başlıyor. Ana giriş kapısı yani Bab-ı Hümayun ile Topkapı Sarayı'nın ilk avlusuna giriliyor. Aya İrini Kilisesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin olduğu yer birinci avlu olarak biliniyor. Yukarıdaki kapı Babüsselam kapısı ile ikinci avluya giriliyor, diğer adıyla Divan Meydanı. Burası saray kompleksinin ilk kısmı, Divan-ı Hümayun'un, Kubbealtı'nın, Matbah'ın (mutfak), Babüssaade'nin bulunduğu kısmı. Sırasıyla açıklayayım bunların ne olduğunu. Divan-ı Hümayun, divan toplantılarının yapıldığı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapıya Adalet kulesinin eklendiği binadır.

Divan-ı Hümayun ve Adalet Kulesi

Kubbealtı olarak bilinen kısım, yine Divan-ı Hümayun'un hemen yanındaki odadır, ziyafetler burada verilirmiş.

Divan-ı Hümayun'daki gizli pencere. Padişahlar divana katılmadıklarında divanı buradan takip edermiş. Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapıya eklenmiş.

Yukarıdaki fotoğraf, padişahın Divan-ı Hümayun'da bulunmadığı durumlarda divanı takip ettiği bölme. Adalet kulesine bağlıdır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmış.


Divan-ı Hümayun' un hemen yanındaki Kubbealtı. Ziyafetler burada verilirmiş.


Bu fotoğraf da Kubbealtı olarak geçen odanın duvar detayı. Maalesef çok kalabalık olduğu için tüm odanın fotoğrafını çekemedim.

Matbah, saraya girdiğimizde ilk gezdiğimiz yerdi. Ancak yapının resmini çekemedim çünkü restorasyon çalışması nedeniyle matbah bölümüne verandaların arasında girdik. Zaten matbahın içinin fotoğrafını çekmek yasak olduğu için matbah bölümünden hiçbir fotoğrafım yok. Ancak yine de kısaca anlatayım bu kısımları. Matbah bölümü 3'e ayrılmış. İlk ikisinde şu an saray mutfağında kullanılan çanaklar, tabaklar, kaşıklar ve bilimum mutfak eşyası sergileniyor. Matbah'ın 3. kısmı Helvahane, sadece helva için bir mutfak bölümü kurmuşlar! Çeşit çeşit helva tavaları, toprak tencereler, kağıt helva yapımında kullanılan demirler, mermer ve toprak havanlar, mermer tezgahlar, daha neler neler... Helvahane'den sonra şerbetlerin yapıldığı, ilaçların kaynatıldığı bölüme geçiliyor. Burada da bilimum çanak çömlek, şerbet kapları, gülabdanlıklar, şurup kaşıkları sergileniyor. Oradan, 19. yüzyıl hanedan üyelerinin yemek takımlarının, kaşıkların, şerbetlerin konulduğu sebillerin sergilendiği kısma geçiliyor.

O kadar zevklilermiş ki... Bir kaşıklar, sedeften, fildişinden... O sebiller, yemek takımları... Şu an hayatımızda hiç estetik kalmamış, kütük gibi yaşıyoruz vesselam...

Babüssaade kapısı, Arz Odası ile birleşerek 3. avluya yani Enderun avlusuna geçiş yapılıyor. Arz Odası'nın hemen karşısında III. Ahmet Kütüphanesi yer alıyor. Kutsal Emanetler de bu avluda bulunuyor. Kutsal Emanetler dairesinde fotoğraf çekmek yasak olduğu için sadece anlatabiliyorum şu an. İçeride Sakal-ı Şerifler, Hırka-i Şerif ve muhafaza kutusu, Hz. Fatıma annemizin (R.A.) mintanı, Hz. Hüseyin'in (R.A) cübbesi, Peygamberimizin (S.A.V.) kılcı ile dört halifelerin (R.A.) kılıçları sergileniyor. Bu dairede artık hep Kur'an-ı Kerim okunuyormuş, hakikaten girdiğimizde de okunuyordu. Çok duygulandım ben burada, zor tuttum kendimi, hüngür hüngür ağlamamak için. Dile kolay, kaç yıl sonra nihayet yapılması gerekeni yapıyoruz, Kutsal Emanetler'in olduğu yerde hep Kur'an okunması gerekirken biz bunu ancak şimdi yapabilmişiz. Çok acı...

Enderun Avlusu'ndan bir görüntü. Sağda sütunları ve tavanı görülen, ama tamamını fotoğrafa katamadığım yapı III. Ahmet Kütüphanesi.

Yukarıda gördüğünüz fotoğraf, Enderun avlusunda çektiğim bir fotoğraf. Sağda sütunları ve tavanı görünen yapı III. Ahmet Kütüphanesi. Kütüphane açık değildi, dolayısıyla yapının içinin fotoğrafını çekemedim.

Fatih Köşkü, diğer adıyla Enderun Hazinesi, önemli savaşlarda edinilmiş hazinelerin ve mücevherlerin sergilendiği yapı. Kaşıkçı elması, tahmin edersiniz ki en çok ilgi gören parça oldu. Yine burada da fotoğraf çekimi yapılmadığı için fotoğraflarla destekleyemiyorum sizi.

Bu avlunun çeşitli yerlerinden 4. avluya geçilebiliyor, biz nereden geçtiğimizi, tekrar 3. avluya hangi kısımdan döndüğümüzü hatırlamıyorum. Bir merdivenden aşağı inerek 4. avluya geçtik, 4. avludan 3. avluya da başka bir merdivenden çıkıp şu alttaki fotoğraftaki yoldan bağlandık.

Sarayın 4. avlusundan tekrar 3. avlusuna geçerken geçtiğimiz yol. Haremde ve diğer avlularda böyle yollara çok sık rastladık.


Sarayın bu bölümü sarayın, Sarayburnu'na bakan teras kısmı. Burada hatırlar mısınız bilmem, bir sene Trt' nin iftar programı yapılmıştı. Mermer Sofa'da. Hepsinin fotoğrafını aşağı koyacağım zaten. En çok buranın fotoğrafını çekmişim. Bu arada, yağmurlu bir günde gittiğimiz için fotoğraflar, özellikle de iç mekanlar çok kasvetli ve karanlık çıktı maalesef.


Soldaki yapı Mecidiye Köşkü, karşıda da Anadolu Yakası. Sarayın en uç noktasındaki terastan Anadolu Yakası ve Marmara Denizi'nin genel görünümü.

Solda Mecidiye Köşkü'nü ve komple İstanbul Boğazı, Marmara Denizi, Anadolu Yakası'nı kapsayan bir panorama çektim. Çok büyük olduğu için orijinal boyutunda koyamayacağım sanırım. Bu arada, Mecidiye Köşkü'nün hemen aşağısında sarayın restoranı yer alıyor. Bilginize...

Soldaki kulübe sarayın Gülhane Parkı'na açıldığı yerde nöbetçilerin bulunduğu kulübe. Aşağısı Gülhane Parkı, karşıda da havadan dolayı pek belli olmayan Boğaz Köprüsü.

Burada da, solda Gülhane Parkı, karşıda çoook uzaklardan da olsa, Boğaz Köprüsü panoraması... Hava çok kapalı olduğu için Boğaz Köprüsü pek net değil.

İnsanların arkasındaki Sofa Köşkü. Sarayın 4. avlusuna Sofa Avlusu da deniyor. 

Bu fotoğrafta da, sağda görünen, Sofa Köşkü. Toprak çıplak gibi görünse de, laleleri ekmişler, nisan gibi çıkmaya başlar. Aslında o vakitler gitmek lazım ama neyse... Siz nisan gibi gidin bence, hem hava daha açık olur, hem de laleler eşliğinde o havayı solursunuz.


Terastan çıkıp, Sofa Köşkü'nü geçtikten sonra Mermer Sofa'ya geliyoruz. Mermer Sofa, işte bahsettiğim iftar programının çekildiği yer.

Herhalde çektiğim en güzel fotoğraf olabilir bu. Soldaki Bağdat Köşkü, Sağda tamamını alamadığım yapı Sünnet Odası, tam ortada da Mermer Sofa'nın havuzu. 

Üstteki panoramayla aslında 4. avludaki en önemli yapıları da göstermiş oluyorum sizlere... Solda Bağdat Köşkü, ortada Havuz, sağda da Sünnet Odası. Daha ne olsun? :)

Sünnet Odası'nın dış duvarındaki çinilerden bir görüntü. 

Sünnet Odası'nın dış duvarındaki dönemin önemli zanaatkarlarından Şah Kulu'nun yaptığı çiniler yer alıyor. Bu çiniler, Topkapı Sarayı'nın kitap ayraçları koleksiyonunda çok kullanıldı. :)

IV. Murad Han'ın Bağdat'ı tekrar fethetmesiyle yapılan Bağdat Köşkü'nün kapısı.

Bağdat Köşkü, IV. Murad Han'ın Bağdat'ı tekrar fethetmesi üzerine yapılmış. Bu üstteki fotoğraf da Bağdat Köşkü'nün giriş kapısı. Köşklerin içinde fotoğraf çekimine izin veriliyor. Ben de telefonumun bana izin verdiği ölçüde fotoğraf çektim. İç mekanın görüntüsü de aşağıdaki şekilde.

Bağdat Köşkü'nün iç mekan görüntüsü. Köşke girdikten sonra hemen sağda kalan sofanın ve duvardaki çinilerin görüntüsü.

Revan Köşkü'nün de iç mekan fotoğrafını çekmişim. Aslında bu fotoğrafı çekme nedenim pencerelerin beni çok etkilemesiydi. Revan Köşkü'nün fotoğrafı da aşağıda.

Revan Köşkü'nün iç mekan görüntüsü.


Gelelim 4. avludaki son yapıya. Sofa Cami. Yapı Sofa Ocağı denilen koğuş halkının kullanımı için Sultan II. Mahmud tarafından Ampir üsluba uygun yapılmış. Caminin yerinde önceden Silahtar Köşkü varmış. Caminin içeriden görüntüsü aşağıdaki gibi.

Sofa Camii, Bayanlar Katı olan üst kattan caminin iç görüntüsü.


Gelelim Harem Dairesi'ne. Öncelikle, Harem'e geçebilmek için 4. avludan tekrar 3. avluya geçmek gerekiyor. Biz Harem'i rahat bulamadık, çünkü nevrimiz dönmüştü. Kaybolduk sarayda, girdiğimiz yerlere tekrar tekrar denk geliyorduk. Biz de en sonunda görevliye sorduk. Görevlilerin yönlendirmesiyle bulabildik. Ama ne kadar gezebildik, tartışılır. Her taraf restorasyondaydı. Muşambaları gezdik! Neyse, gezebildiğimiz kadarıyla gösterelim.

Gözdeler Dairesi ve Mabeyn Taşlığı. 

Harem, bence oldukça karışık bir yapı. Dolaplı Kubbe denilen yer ile Şadırvanlı Sofa Harem'in girişini teşkil ediyor. Şadırvanlı Sofa ile ayrı yerlere ayrılan Harem, Cariyeler Koridoru ile Musahipler Dairesi ve Taşlığı'na açılıyor.

Cariyeler Koridoru. Haremde kadınların yaşadığı kısma buradan girilir, mutfaklarda pişen yemekleri karaağalar solda görülen mermer tezgahlara bırakır, cariyeler de karaağalar çıktıktan sonra gelip yemekleri harem hiyerarşisine göre dağıtırdı. 

Cariyeler Koridoru yukarıda görülen fotoğraf. Hemen altında da Musahipler Dairesi'nin çektiğim fotoğrafını koydum.

Musahipler Dairesi. Haremdeki ilk taşlık olma özelliğine sahiptir. 


Harem Mescidi tam olarak bu saydığım mekanların neresinde yer alıyordu unutmuşum. Galiba Musahipler Dairesi'ni geçtikten sonra sağda yer alıyordu.

Harem Mescidi.

Harem Mescidi, harem ahalisinin namaz kıldığı, ibadetlerini gerçekleştirdiği yer. Çok havadar, haremin diğer yerleri gibi kasvetli değil. Çok beyaz, çok sevimli. En çok burayı sevdim desem yeridir. Abartıdan uzak, ihtiyaçları karşılamak üzere yapılmış yapılar haremdeki yapılar.

Dediğim gibi restorasyondan dolayı ne hamamı, ne kadın efendiler dairelerini, ne valide taşlığını, ne de valide sultan dairesinin üstündeki Mihrişah Sultan Dairesi'ne bakabildik.

Hünkar Sofası. Padişahların oturduğu tahtın görüntüsü.

Hünkar Sofası, padişahın Harem halkının bayram ve tebriklerini kabul ettiği yerdir. Sarayın en büyük kubbeli mekanı olan sofada, padişahın tahtı ve solda kadınların oturduğu galeri yer alır. Alt katta valide sultan ve kadın efendiler, üst katta da cariyeler otururmuş.

Hünkar Sofası. Altta Valide Sultanlar ve maiyetleri, üst katta da cariyeler otururmuş.

III. Murad Has Odası'nın fotoğrafını çekmiştim ancak ışıktan dolayı konulmayacak gibi. Ben de sadece, Has Oda'nın girişinin solunda kalan duvar detayını koyacağım.

III. Murad Has Odası duvar detayı. 


Sırada haremde gördüğümüz en ele dişe dokunur kısım var. Gözdeler Daire ve Mabeyn Taşlığı. O kadar restorasyondan sonra buranın açık olması sevindirdi açıkçası beni...

Mabeyn Taşlığı ve Gözdeler Dairesi'nin panoramik görüntüsü. Sağda Çifte Kasır, veliaht şehzadelerin dairesi, solda ve ortada da Gözdeler Dairesi. 

Bu üstteki fotoğraf, tüm Gözdeler Dairesi, Mabeyn Taşlığı ve sağda Çifte Kasırlar, yani Veliahd Dairesi'ni gösteren güzel bir panorama. Çifte Kasırlar' ın içideki çini detayları da kitap ayracı koleksiyonunda çok çalışıldı.

Çifte Kasırlar'ın iç mekan duvar detayı.


Eveeet, maalesef haremi doğru düzgün gezemedik ama Topkapı Sarayı turumuz da böyleydi. O kadar tarih kitabı okuduğum halde, sarayın bölümlerini bilmediğim için edindiğim bilgilerin bir kısmı havada kalıyordu. Özellikle de harem ile ilgili bilgiler. Zaten çok kısıtlı, bir de yalan yanlış bilgilerle insanları zehirliyorlar. Ben tatmin oldum mu, hayır! Harem dairesini doğru düzgün gezdiğimizi düşünmüyorum. Zaten restorasyon yüzünden nereden geçtik, nereye girdik, neredeyiz anlamadık bile. Ama yine de avlular, Divan-ı Hümayun artık gözümde daha net canlanacak. Aslında Topkapı Sarayı'nı gezmenin en güzel yolu, Topkapı Sarayı'nda çalışan bir tanıdık olacak, hangi daireler restorasyona alınmış, hangileri restorasyondan çıkmış, halka tekrar açılıyor bilmek. Gerçekten bileceksin ki ona göre gideceksin...

Ner neyse, son iki fotoğrafım var, biri saraydan çıkarken, 2. avluda Adalet Kulesi ve Divan-ı Hümayun'un dahil olduğu bu aşağıdaki panoramik fotoğraf.

Topkapı Sarayı'nın Divan Meydanı'ndan çıkışa doğru çektiğim panoramik görüntüsü. Sağda Adalet Kulesi ve Divan-ı Hümayun görünüyor.

Biri de, 1. avluda karşılaştığımız atlı jandarmalar. Ne yapmaya çalıştıklarını bilmiyorum ancak çok havalı olduğunu düşünüyorum. Buyrun, Topkapı Sarayı yazısının son fotoğrafı... O kadar uykum geldi ki, yanlış şeyler yazmış olma ihtimalim çok yüksek...


Sarayın 1. avlusunda atları ile dolaşan jandarmalar. 


Allah rahatlık versin herkese. Ayakta uyuyorum resmen... Öyleyse, Topkapı Sarayı'nda gidemediğim yerler şayet açılır da benim haberim olursa ve görmeye gidersem yazamadığım kısımları bu yazıya katarım. O güne kadar, hayırlı geceler. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere.





25 Şubat 2016 Perşembe

The Martian / Marslı 2015 - Film Kritiği

Herkese merhaba!

İki gündür birşey yazmadım. Film de izlemedim. Çünkü en son izlediği film beni bir müddet film izlemekten soğuttu desem yeridir. Onun yerine Friends izliyorum. Ama iki gündür blogu boşlamam iyi olmadı, dolayısıyla bugün ekimde vizyondayken izlediğim Marslı' nın  kritiğini yapayım dedim. Biliyorsunuz Marslı, en iyi film kategorisinde oscar adayı filmlerden. Ayrıca Matt Damon' da en iyi erkek oyuncu kategorisinde oscara aday. Dolayısıyla biraz bu filmden bahsetmek istiyorum.

Marslı'nın Imdb puanı 8.1 ve başrolünde oscarlı oyuncu Matt Damon var. 

Bu film aslında aynı ismi taşıyan romanından uyarlama bir film. Resmini aşağıya koyarım. Ve benim kitaptan filme uyarlanan filmlerde en çok takıldığım şey kitaptan farklı olmaması. Maalesef bu filmde yine kitapta olmayan saçma sapan sahneler eklenmiş. Bu açıdan beni rahatsız etti. Onun dışında filmin görsel efektleri ilk izlerken insanı etkilese de, kitabını okumuş birinin bazı hataları ve olmayacak şeyleri görmesinin mümkün olduğunu da belirteyim. Astronot kıyafetlerinden, filmin çekildiği yere kadar bazı, ufak da olsa, hatalar fark ediliyordu. Ama yine de görsel efektler ve doğal olarak film güzel. Hele de filmi 3 boyutlu izlerseniz, ki şu an pek mümkün değil ama, filmin hakkını vermiş olursunuz. Filmdeki diğer bir şeyden bahsedeyim, Matt Damon' ın performansı. Evet, fena değildi. Ama oscarı kazandırır mı? Bu sene kazandırabileceğini pek sanmıyorum. Şu ana kadar izlediğim kadarıyla diğer oyuncular daha iyiydi. Yine de farklı bir gezegende tek başına yeterli erzak olmadan kalan bir adamın çaresizliğini de, problemlere analitik yaklaşımını da, her olumsuzlukta yılmadan yeniden çözüm üretmesini de gayet başarılı canlandırdı.

Kitabın orijinal kapağı bu şekildeydi. Ama maalesef her filme çevrilen kitabın kaderini bu kitap da paylaştı, artık kapaklar kocaman bir Matt Damon! 

Gelelim filmin konusuna. NASA' nın Mars'a gönderdiği 3. ekibin bir parçası olan Mark Watney adındaki astronot, Mars'ta çıkan kum fırtınasında diğer ekibinden ayrı düşer ve ekip onu öldü düşünerek arkada bırakır. Kum fırtınası bittikten sonra Watney, astronot kıyafetindeki yırtığa kanının dolması ve orada pıhtılaşması sayesinde hayatta kalır ve yarasına müdahale edebilmek için kurulan çadıra gider. Ve bu şekilde Mars'ta hayatta kalma çabalarına başlamış olur. Her türlü sorunla, her türlü problemle karşılaşır ancak yine de yılmaz. Bu arada, NASA' nın Mars'a bakan biriminden bir eleman, Mars'ta olağandışı şeyler olduğunu uydular aracılığıyla fark eder ve Mark Watney' in hayatta kaldığını anlar. Tabi tüm Dünya bu haber üzerine şaşkına döner ve Mark Watney' i sağ salim Dünya'ya getirmek için çalışmalara başlar.

Matt Damon, güzel performans gösterse de bu sene oscardaki şansı çok da yüksek değil, sizce?

Filmin, daha doğrusu kitabın konusu çok harika. Şu ana kadar okuduğum en güzel bilim-kurgu kitabıydı. Çok fazla uzay, fizik, uzay bilimi terimi olsa da bir çırpıda bitiyor. Filmi kitabın bu bazen aşırıya kaçan bilimselliğinden kurtarmaları ve eğlenceli bir çizgiye getirmeleri seyirciyi filmi sıkılmadan izlemesi için yapılmış bir hile. Ama yerinde bir hile, kitaptaki kadar bilimsel olsaydı, ki filmde de bilimsellik vardı çünkü NASA'dan bahsediyoruz, seyirci çok sıkılırdı. Ama bu, kitaptaki mantıklı ve düzgün sonu, filmde berbat etmelerinin açıklaması kesinlikle olamaz.

Evet, bilim-kurgu, macera ve dram dalındaki Marslı, benim izlemekten -sonu hariç- zevk aldığım bir filmdi. Diğer bir beğendiğim ama kesinlikle anlamadığım bilim-kurgu filmi de, Interstellar' dı. Evet Interstellar' ı da izlemekten keyif aldım ancak anlamadım. Ve açıkçası bu tarz konulu filmleri pek sevmiyorum. ''Dünyanın sonu geldi, hadi hep beraber yaşanacak başka bir gezegen arayalım!'' Ne kadar saçma sapan bir konu bu böyle!! Bu tarz filmlerin konusu Allah' a şirk gibi geliyor bana. Ve maalesef ben bunu, filmi izledikten sonra fark ettim.

Marslı Imdb' den 8.1 puan almış. Süresi de 2 saat 24 dakika. Türkiye' de çok uzun süre vizyonda kaldı bu film. Zaten tüm salonun dolmasından ve tüm salonun verdiği tepkilerden filme en çok para kazandıran ülke olma ihtimalimiz oldukça yüksek, siz ne dersiniz?



23 Şubat 2016 Salı

Room/Gizli Dünya 2015 - Film Kritiği

Hayırlı akşamlar.

Dün izlediğim diğer film olan Room/Gizli Dünya' nın yazısını yazmak ancak şimdi kısmet oldu. Şubatın 28' ine az kaldı, çarşamba ve perşembe de evde olmama ihtimalim var, dolayısyla oscar adaylı filmlerin hepsini izlemem maalesef mümkün görünmüyor. Ama en azından n iyi film kategorisindeki filmleri izlemek istiyorum.

 

Gelelim bu filmin konusuna. Amerika' da yaşanan gerçek olma ihtimali olan bir hikayeyi filme uyarlamışlar. Bir zamanlar bir söylenti vardı bilmem hatırlar mısınız? Amerika' da yaşlı bir adam, komşusu olan ailenin liseye giden genç kızını kaçırıp, bodrumunda saklamış da 6-7 yıl kızı hapsetmiş. Hatta bu adamdan kızın çocuğu olmuş. Hatırladınız mı? İşte onun filmini izliyorsunuz. Hatta bu söylenti bizim ülkede bile ciddi psikolojik çöküntüye sebep olmuştu. İyice paranoyaklaşmıştık o dönem. Neyse, diyeceğim şu ki, filmin konusu tam olarak bu hikaye. Tabi farklı noktalar oluyor, mesela film çocuğun dilinden anlatılıyor, onun gözünden görülüyor. Film öyle ahım şahım birşey değil, görsellik falan beklemenize gerek yok, çünkü görsellik gerektiren bir durum yok. Duygusal, ağır bir film. Filmin yarısında çocukla hapsedilen kız adamın elinden kurtuluyorlar, bu sefer de alışma süreci ve psikolojik bunalım devreye giriyor. Film gerçekten ağır bir filmdi, ağır da ilerledi. Ancak çocuğu canlandıran Jacob Trambley ve hapsedilen genç kızı canlandıran Brie Larson çok iyi oynadılar. Oyunculuk süperdi. Oscarı alacak performans diyebilirim, çünkü bugün Carol' ı sinemada izledim. Dolayısıyla en azından Cate Blanchet ile kıyasladığımda, Brie Larson' ı tercih ederdim ben.

Bu film The Revenant' ı zorlar bence, benim kriterlerimce en azından. Akademi genelde dram veya biyografi kategorilerindeki filmleri en iyi seçtiği için bunun da oscar alma ihtimali olduğunu iddia edebilirim.

Okuduğunuz için teşekkürler. Umarım filmler hakkındaki görüşlerimi beğeniyorsunuzdur, en azından size göre önemli noktalara değiniyorumdur. Carol' ı yazmayı düşünmüyorum, çünkü Carol tam bir hayalkırıklığı ve fiyaskoydu. Üstelik daha da acısı, sinemada izlemiş olmamız!! Para verdik o kadar!! :( Neyse, çarşamba yazacağım yazılarımda görüşmek üzere, hayırlı geceler.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Spotlight 2015 - Film Kritiği

Herkese hayırlı sabahlar.

Bu hafta o kadar yoğunum ki, 2016 oscar adaylı filmleri izlemek tüm haftamı alacak gibi görünüyor. Diğer blogu bir süreliğine rafa kaldırdım. Çünkü doğru düzgün araştırma yapmadan herhangi birşey yazmak istemiyorum. Her gün iki-üç film izlesem bile bitiremeyeceğim galiba. Yığınla film var çünkü.

Dün iki film izledim. Spotlight ve Room. Şu an Spotlight' ın yazısını yazdığım için Room' dan bahsetmeyeceğim. Spotlight en iyi film kategorsinde oscar adayı bu yıl. Hakikaten de en iyi film olabilecek kapasitede bence. Bu filmde de hiç sıkılmadım. Galiba şu ana kadar izlediğim tüm filmler için aynı şeyleri söyledim: ''Hiç sıkılmadım!'', ''Çok güzel bir filmdi!'', ''Oscara aday olmasına şaşmamalı!''. Ama gerçekten bu seneki filmler, izlediklerim kadarıyla, oscara aday olacak kapasitede olan filmlermiş.

Bu iki filmi izledikten sonra, bu sene oscara aday filmlerde, cinsel istismarı konua alan ne kadar çok film var bu sene dedim kendi kendime.


Spotlight, hiç monoton gitmeyen bir film. Imdb' den 8.2 puan alan filmde Rachel McAdams en iyi yardımcı kadın, Mark Ruffalo en iyi yardımcı erkek rollerinde oscar adayı. 


Gelelim filme. Boston Katolik Kilisesi' ne görev yapan rahiplerden, çocuklara cinsel istismar uygulayanları ve bunu örtbas eden Katolik Kilisesi' ni yerel bir gazetenin araştırması ve bu olay hakkında haber yapmasını konu alıyor film. Gerçekten yaşanmış bir olaymış bu. Ortaya çıkarılan Boston dışında, filmin sonunda bu olayların ortaya çıkarılmadığı yerleri de yazmışlar. Akıl almaz bir durum, dünyanın her yerinde bu iğrençliği yapmışlar. Filmde bir sahnede, cinsel istismara uğrayan bir adam şöyle bir cümle kuruyor:
''Bu olay sizin sandığınızdan daha büyük! Vatikan' a kadar dayanan bir durum!....'' Çok korkunç birşey gerçekten de. Madem bu işi yapacaksınız, adam gibi gidin evlenin! Nasıl bir inanç sistemi bu ya?! Bunu yapmak daha mı iyi yani?

Film çok iyiydi bu bir gerçek. Ancak Rachel McAdams ve Mark Ruffalo' nun oyunculuklarını oscar alacak kadar beğenmedim. Diğer filmleri izlemediğim için diğer adaylarla bir kıyaslama yapamayacağım ancak çok göze batmadıklarından belki de. Pek anlaşılmıyordu filmde oldukları. Benim bu filmde diğer beğendiğim şey de; The Revenant' ta beğendiğim gibi diğer rollerdeki insanların oyunculukları. Bu film gerçekten göz dolduran bir film. Sinemaya gitmeye vaktim olsa bunu sinemada izlemek isterdim. Imdb' de 8.2 puan alan film, 2 saat 8 dakika.

Bugünki ilk yazım bu kadardı. Okuduğunuz için teşekkürler. Room filminin kritiğini yine bugün yapacağım. Ancak şu an net bir vakit veremeyeceğim. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere hoşça kalın!...

21 Şubat 2016 Pazar

Trumbo 2015 - Film Kritiği

Herkese hayırlı sabahlar.

Dün gece izlediğim filmin kritiğini hemen bu sabah yazmak istedim. Çünkü gerçekten çok hoşuma giden bir film oldu. Dolayısıyla hiç vakit kaybetmeden bu filmi ele almak istiyorum.




Film, Biyografi ve Dram kategorisine giriyor. Beni tanıyorsanız, Biyografi filmlerini ne kadar sevdiğime de aşinasınızdır. Bu filmin oyuncularının da göz dolduran performansı sayesinde çok başarılı bulduğum bir film izledim ve her dakikasından zevk aldım. Bazı filmleri izlersiniz ve izledikten sonra, pişman olursunuz ya hani... İşte bu film kesinlikle öyle bir film değil!

Öncelikle film, 1940' lar Amerika' sında geçiyor. Hollywood' da aranan bir senaryo yazarı olan Dalton Trumbo (Bryan Cranston) ve arkadaşları, politik görüşlerinden dolayı hapse atılırlar. Hedda Hopper (Helen Mirren) ve Amerikan Olmayan Aktiviteler Komitesi (HUAAC), Trumbo ile çalışan ve kontraktı olan herkesi şantaj yoluyla komünist olan Trumbo' yu işten çıkarmaya ve iş vermemeye zorlarlar. Hapisten çıktıktan sonra farklı isimlerle senaryo yazmaya devam eden Trumbo, yazdığı farklı isimlerin imzası bulunan senaryolarla iki Oscar ödülü kazanır. Bu arada Trumbo ailesi kendi içlerinde ve dışarıda bir çok yıpratıcı olaylara karşı metanetlerini korumaya çalışırlar.

Film, başta da belirttiğim gibi gerçek yaşanmış bir hikaye. Dalton Trumbo, iki Oscarlı, dönemin en kayda değer eserlerinin yazarı. Roma Tatili, Spartaküs, Eksodüs, The Brave One gibi kült filmler bunlardan bazıları.

Bu filmin özündeki mesajı pek desteklemesem de, filmin çok iyi olduğunu belirtmek istiyorum. Oyunculuklar şahane. Bryan Cranston, oscarlık performans sergilemiş. Diğer filmleri de izlediğimde, inşallah, tam karşılaştırmasını yapabileceğim sanırım.

Film ile ilgili yazmak istediklerimi yazdım, başka birşey yazmama gerek yok diye düşünüyorum. Çok kısa bir yazı oldu, ama zaten filmi Bryan Cranston için izlemiştim. İzledim, beğendim, kaliteli bir film olduğunu düşünüyorum ve izledikten sonra pişman olmayacağınıza inanıyorum.

Herkese bereketli ve sağlıklı haftalar diliyorum. Yarınki yazımda, inşallah aksatmassam, görüşmek üzere...

BEYLERBEYİ HAMİD-İ EVVEL CAMİİ

Hayırlı sabahlar!

Bugünki yazım yine İstanbul' un tarihi semtlerinden bir olan Beylerbeyi ile ilgili. Hatırlarsanız 2016 Beklenti/Hedefler yazımda kendime bu sene gezecek müzeler / tarihi camiler listesi çıkarmıştım. Dün, Beylerbeyi Sarayı' ndan çıktıktan sonra öğle namazını kılmamız gerektiği için Beylerbeyi tarafına doğru yürüdük annemle, ve Beylerbeyi' nin ara sokaklarından sahile indik. Orada bulunan tarihi camide namaz kılmaya karar verdik. Annem namazı kılarken, içinde bulunduğumuz caminin, listemde olan bir cami olduğunu fark ettim!! O andan itibaren caminin içten, dıştan bir sürü fotoğrafını çektim. Zaten haremle ilgili okuduğum Valide Sultanlar ve Harem kitabından da aklımda kalanlarla gitmek istediğim caminin içinde olduğum gerçeğini daha iyi idrak ettim. :) Sanki hiç beklemediğiniz bir anda çok istediğiniz birşeyin size hediye edilmesi gibi birşey bu hissettiğim. Dün o kadar güzeldi ki, enerjim çok yüksekti, moralim çok yüksekti. Allah daim etsin inşallah...


Beylerbeyi Sarayı, nam-ı diğer Hamid-i Evvel Camii' nin sahilden panoramik görüntüsü bu şekilde. 


Caminin üç tane giriş kapısı var gördüğüm kadarıyla. Ana giriş kapısı, cadde tarafında. Beykoz tarafından Beylerbeyi' nin girişinde kalıyor caminin ana giriş kapısı. Bizim girdiğimiz kapı, Beylerbeyi' nin ara sokaklarından birindeki yan kapısı. Ufak, sevimli bir girişi var. O fotoğrafı da aşağıda göstereceğim. Bir de üstteki fotoğrafta görüntülediğim bu giriş kapısı var caminin. Bu kapıdan giriş yok sanıyorum ki şu an. Caminin dışı da, bahçesi de, içi de çok güzel. Çok büyük değil, ama çok güzel, zarif bir cami.




Sultan I. Abdülhamid' in annesi Rabia Sultan adına yaptırdığı cami bu cami. Annesinin vakitsiz vefatı üzerine onun adına bir cami yaptırıyor Sultan I. Abdülhamid. Caminin bu hali, Sultan II. Mahmud' un, caminin tek minaresini yıktırıp, iki minare yaptırması ve cami dışında kalan çeşmenin caminin içine dahil edilmiş hali. Cami 1969 ve 1983 yıllarında iki yangından sonra kapsamlı bir restorasyondan geçirilmiş.


Gelelim caminin içine. O kadar güzel detayları var ki caminin içinin. Kubbesindeki o hat yazıları... Camideki camlar sayesinde çok havadar ve ferah bir iç mekanı var caminin. Caminin hemen hemen her yerinde cam var, dolayısıyla iç mekan çok güzel aydınlanıyor. Ayrıca tüm Osmanlı camilerinde olduğu gibi çok güzel bir detay var ki, bu detay beni çok duygulandırıyor. Mihrab ve minberin olduğu tarafta sağda Allah lafzı, solda Muhammed (S.A.V.) ve sırasıyla sağda Ebubekir (R.A.), Ömer (R.A.) ve solda Osman (R.A.) ve Ali (R.A.) yazıları duvara nakşedilmiş. Gidenler bilir, Aya Sofya' nın içinde de devasa büyüklükte böyle levhalar yer alıyor. Hatta bu levhaları çıkarmaya çalışmışlar ama çıkaramamışlar diye bir rivayet de anlatılır.


Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer' in isimlerinin Hamid-i Evvel Camii duvarına nakşedilmiş halleri. Hemen hemen her Osmanlı camii' nde olan bu detay, bu insanların ne kadar dini bütün olduklarının göstergesi değil de nedir?

Caminin içindeki süslemeler çok güzel. Sadece hat yazılarından bahsetmiyorum, kubbedeki Tezhip sanatını andıran süslemelerden de bahsediyorum. O kadar güzel bir hava katmış ki bu süslemeler, bir Valide Sultan adına yaptırıldığı verilen ehemmiyetten bile anlaşılabiliyor.


Hz. Osman ve Hz. Ali yazıları da Hamid-i Evvel Camiinin minber ve mihrabının sol tarafında yer alıyor.


Bahsettiğim yazılar işte bu üstteki fotoğraflarda görülenler. Camların verdiği şu aydınlığa bakar mısınız? Caminin içinden manzara da çok güzel.  Sağda Kuleli Askeri Lisesi, solda Boğaz Köprüsü... İnsan daha ne ister ki?!




Kubbenin görüntüsü bu şekilde. Bu fotoğraf üst kattan çekildi. Bayanlar bölümü üst katta çünkü. Bir de alt kattan fotoğraf çekmeye utandım. Caminin tavanı 1 tam ve 5 yarım kubbe ile örtülü. Caminin kubbeli tavanı, iki kasnağa oturtulmuş, üstteki kasnağın çevresini dolanan yirmi pencere ile kubbe aydınlığı sağlanmış.


Beylerbeyi Camii, nam-ı diğer Hamid-i Evvel Camii çok sevimli bir cami. Yolunuz Beylerbeyi
'nden geçerse, on beş dakikanızı bu camiye ayırın derim. Çok güzel bir cami, manzara zaten şahane. Denize sıfır, süslemeleriyle, ilginç mimarisi ile İstanbul' da görülmesi gereken bir tarihi cami. Yapanın, yaptıranın, adına yapılanların ruhları şad olsun...


Hamid-i Evvel Camiinin bu görüntüsü, sırtınızı denize verdiğiniz zaman gördüğünüz iç mekan görüntüsü. Sağda Allah (c.c.) ve solda Muhammed (S.A.V.) yazıları net bir şekilde görülüyor. 

















20 Şubat 2016 Cumartesi

BEYLERBEYİ SARAYI

Yeniden merhaba!!!

Çok mutluyum!! Çünkü bugün nihayet Beylerbeyi Sarayı' na gidebildim. Harika bir gündü... Beylerbeyi Sarayı' nı gezmeyi bitirdikten sonra Beylerbeyi' nin ara sokaklarında gezindik biraz. Sonra Hamid-i Evvel Camii' nde namaz kıldık. Üniversite' den beri istediğim birşeydi Beylerbeyi' nde yaya olarak gezmek... 2016 Beklentiler yazısındaki iki şeye de tik atalım böylece. :)




Fotoğraflar hep Beylerbeyi Sarayı' nın bahçesinden. Çünkü sarayın içinde resim çekmeye izin yok. Hatta halıdan başka yere basmaya bile izin yok!!

Saraya giriş eskiden Beykoz' dan Üsküdar' a olan yolun saraya bağlandığı bir tünelle oluyor. Yol, yani tünel tarihi eser niteliğinde. Bu tünelde bir çeşme bile var. Kayanın üzerine tuğla ve tekrar kaya parçalarıyla harmanlanmış bir yapısı var tünelin. Yanlışım varsa düzeltin, gidenler. Ben de tur rehberinin yalancısıyım. :) Tünelin fotoğrafı da var, hemen aşağıda gösteriyorum.




Daha sonra en üstteki fotoğrafta alabildiğim kadar panoramik görüntüsünü çektiğim Beylerbeyi Sarayı bahçesine geçiliyor. Bahçe oldukça büyük. Üstelik bu bahçe kadar arkada da bahçe devam ediyor. Tamamen izole edilmiş bir dünya gibi sanki bu Saray. Çok ferah, havadar. Bahçeye çıktığınızda hemen sağınızda bambu ormanı yer alıyor. Evet evet, İstanbul' da bambu ormanı!!! O kadar büyükler ki bir de. Tabi orman denildiğine bakmayın, adamın söylediği kadarıyla 140 metrekare alanda büyümüş, uzamış bambuların olduğunu düşünün. Bambuların hemen karşısında manolya ağaçları bulunuyor. Ön bahçenin tam ortasında mercan sergilenen bir havuz var. Ve onun da karşısında saray.




Beylerbeyi Sarayı' nı Sultan Abdülaziz, yazlık saray olarak yaptırmış. Saray 26 oda, 6 salondan oluşuyor. Keşke sarayın içinden de fotoğraflar ekleyebilseydim. Maalesef izin verilmiyor. Aklımda kaldığı kadarıyla sarayın içini anlatayım öyleyse. İlk kattaki büyük salon belki de saraydaki en güzel kısım. İsmi de Havuzlu Salon. Ortasında oldukça büyük bir havuz olan salon, ortadaki havuz sayesinde yazın sıcağında serin kalabiliyormuş. Ha bu arada, saray ahşaptan oluştuğundan, rutubeti engellemesi için Mısır' dan getirtilmiş hasır, sarayın tüm zeminine kaplanmış. Sadece bir odada hasır yok, o da Elçiler Odası. Elçilerin kabul edildiği oda. Yani anlayacağınız, yazının başında söylediğim 'Hasıra bile bastırmıyorlar' lafı şaka falan değildi. Tüm grupla hareket edildiği için daralan yerlerde ayağınız yanlışlıkla hasıra değse, hakkınızda soruşturma falan açarlar maazallah!!

Yine alt katta Sultan II. Abdülhamid Han' ın son yıllarını geçirdiği odası da ziyarete açık alanlardan biri. Yatağı, ısınmaya çalıştığı çinili sobası, hatta yastık kılıfındaki kan bile o şekilde duruyor. Hemen yan odada ise yine son yıllarında kendisini yalnız bırakmayan Müşfika Kadınefendi' nin kaldığı odası bulunuyor.

Sarayın merdivenleri çok ihtişamlı ve büyük. Gerçi Dolmabahçe Sarayı'nın merdivenleri kadar olamaz herhalde. Denizciliğe çok meraklı olan Sultan Abdülaziz neredeyse tüm tavanları denizler ve vapurların olduğu gravürlerle süslemiş. Ayrıca üst kattaki diğer bir büyük salon olan Mavi Salon' un tavanındaki diğer gravürler de yine padişahın çok meraklı olduğu okçuluk, mızrak gibi aletler Osmanlı turasında resmedilmiş. Osmanlı padişahları arasında heykelini yaptıran tek padişah olan Sultan Abdülaziz' in heykeli de yine bu salonlardan birinde duruyor. Aslında bu heykeli padişah da yaptırmıyor, Avrupa seyahati sırasında kendisinin tunçtan bir heykelini yapıyor bir sanatçı. Sarayın belli bir kısmından sonrası Harem olarak geçiyor. Kapısı da farklı, devlet adamları ve elçilerin girdiği kapıdan değil, sarayın arkasındaki kapıdan giriliyor Harem kısmına. Ve hiçbir devlet erkanından biri bu kapıdan saraya giriş yapamazmış.

Sarayda aklımda kalan en ilginç şey herhalde her odadaki perdeler ve koltukların takım oluşuydu. Annemle dibimiz düştü. O kadar güzeldi ki, bir de o desenlerde o renklerde kumaşlar hala bulunur mu, hiç sanmıyorum. Sultan II. Abdülhamid' in yaptırdığı bir saat var ki, saatin yelkovanı pırlantadan ay, akrebi yakuttan yıldız. Her saat başı Osmanlı Marşları çalarmış zamanında. Saray geleneği gereği, saat Atatürk' ün ölüm saati olan 09.05' te durdurulmuş.

Sarayın içinden manzara o kadar güzeldi ki. Keşke fotoğraf çekebilseydim... :( Ama tam ana girişin oradan Boğaz Köprüsü' nün de göründüğü bir fotoğrafım var. Artık onunla idare edeceğim, Beylerbeyi Sarayı' na gidip, Boğaz manzarasını fotoğraflayamamak çok acı birşey...




Daha önce Beylerbeyi Sarayı' na gitmek hiç kısmet olmadığı için ben daha küçük bir saray sanıyordum Beylerbeyi Sarayı' nı. Ama gerçekten de beklediğimden çok daha büyükmüş. Hele bahçeleriyle. Hem ön bahçesi, hem arka bahçesi. Arka bahçenin panoramik görüntüsünü alamadım. Ama orayı da çektim. Zaten arka bahçe sarayın kafesinin, hediyelik eşya bölümünün ve çıkışının olduğu yerde. Biz sarayın kafesinde oturmadık. Çünkü manzara yook, birşey yok. Deniz kıyısındaki kapılara bile yaklaştırmamaları çok sinir bozucuydu ya. Fotoğraf çekmek istemekten daha doğal ne olabilir ki?!




Bir de bu bıcırıkları da çekmeden edemedim. O kadar güzellerdi ki, bahçeye adımımızı bir attık, oradalar. Tüm bahçeyi kafalarına göre geziyorlar. Hele beyaz olanı, herhalde diğerinden daha yaşlı, nasıl kabarıyor, kuyruğunu dikleştiriyor. Bahçenin her yerinde tüyü var. Hayat bunlara güzel, sarayda yaşayan onlar asıl. :)




Son olarak Beylerbeyi Sarayı ganimetlerimi de göstereyim size. Nerde hediyelik eşya, orda ben! :) Yeni yeni kitap ayraçları aldım. Koleksiyonuma saraylılarda eklendi. :) Bunlar da Beylerbeyi Ganimetlerim...




Okuduğunuz için teşekkür ederim. Siz de gidin gezin. Çok güzeldi bence. Ama havanın daha güzel olduğu bir günü seçin derim. Hem fotoğraf çekimi için, hem de Boğaz manzarasının daha güzel olması hasebiyle. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, hayırlı akşamlar diliyorum herkese...