Yeniden merhaba!!!
Çok mutluyum!! Çünkü bugün nihayet Beylerbeyi Sarayı' na gidebildim. Harika bir gündü... Beylerbeyi Sarayı' nı gezmeyi bitirdikten sonra Beylerbeyi' nin ara sokaklarında gezindik biraz. Sonra Hamid-i Evvel Camii' nde namaz kıldık. Üniversite' den beri istediğim birşeydi Beylerbeyi' nde yaya olarak gezmek... 2016 Beklentiler yazısındaki iki şeye de tik atalım böylece. :)
Fotoğraflar hep Beylerbeyi Sarayı' nın bahçesinden. Çünkü sarayın içinde resim çekmeye izin yok. Hatta halıdan başka yere basmaya bile izin yok!!
Saraya giriş eskiden Beykoz' dan Üsküdar' a olan yolun saraya bağlandığı bir tünelle oluyor. Yol, yani tünel tarihi eser niteliğinde. Bu tünelde bir çeşme bile var. Kayanın üzerine tuğla ve tekrar kaya parçalarıyla harmanlanmış bir yapısı var tünelin. Yanlışım varsa düzeltin, gidenler. Ben de tur rehberinin yalancısıyım. :) Tünelin fotoğrafı da var, hemen aşağıda gösteriyorum.
Daha sonra en üstteki fotoğrafta alabildiğim kadar panoramik görüntüsünü çektiğim Beylerbeyi Sarayı bahçesine geçiliyor. Bahçe oldukça büyük. Üstelik bu bahçe kadar arkada da bahçe devam ediyor. Tamamen izole edilmiş bir dünya gibi sanki bu Saray. Çok ferah, havadar. Bahçeye çıktığınızda hemen sağınızda bambu ormanı yer alıyor. Evet evet, İstanbul' da bambu ormanı!!! O kadar büyükler ki bir de. Tabi orman denildiğine bakmayın, adamın söylediği kadarıyla 140 metrekare alanda büyümüş, uzamış bambuların olduğunu düşünün. Bambuların hemen karşısında manolya ağaçları bulunuyor. Ön bahçenin tam ortasında mercan sergilenen bir havuz var. Ve onun da karşısında saray.
Beylerbeyi Sarayı' nı Sultan Abdülaziz, yazlık saray olarak yaptırmış. Saray 26 oda, 6 salondan oluşuyor. Keşke sarayın içinden de fotoğraflar ekleyebilseydim. Maalesef izin verilmiyor. Aklımda kaldığı kadarıyla sarayın içini anlatayım öyleyse. İlk kattaki büyük salon belki de saraydaki en güzel kısım. İsmi de Havuzlu Salon. Ortasında oldukça büyük bir havuz olan salon, ortadaki havuz sayesinde yazın sıcağında serin kalabiliyormuş. Ha bu arada, saray ahşaptan oluştuğundan, rutubeti engellemesi için Mısır' dan getirtilmiş hasır, sarayın tüm zeminine kaplanmış. Sadece bir odada hasır yok, o da Elçiler Odası. Elçilerin kabul edildiği oda. Yani anlayacağınız, yazının başında söylediğim 'Hasıra bile bastırmıyorlar' lafı şaka falan değildi. Tüm grupla hareket edildiği için daralan yerlerde ayağınız yanlışlıkla hasıra değse, hakkınızda soruşturma falan açarlar maazallah!!
Yine alt katta Sultan II. Abdülhamid Han' ın son yıllarını geçirdiği odası da ziyarete açık alanlardan biri. Yatağı, ısınmaya çalıştığı çinili sobası, hatta yastık kılıfındaki kan bile o şekilde duruyor. Hemen yan odada ise yine son yıllarında kendisini yalnız bırakmayan Müşfika Kadınefendi' nin kaldığı odası bulunuyor.
Sarayın merdivenleri çok ihtişamlı ve büyük. Gerçi Dolmabahçe Sarayı'nın merdivenleri kadar olamaz herhalde. Denizciliğe çok meraklı olan Sultan Abdülaziz neredeyse tüm tavanları denizler ve vapurların olduğu gravürlerle süslemiş. Ayrıca üst kattaki diğer bir büyük salon olan Mavi Salon' un tavanındaki diğer gravürler de yine padişahın çok meraklı olduğu okçuluk, mızrak gibi aletler Osmanlı turasında resmedilmiş. Osmanlı padişahları arasında heykelini yaptıran tek padişah olan Sultan Abdülaziz' in heykeli de yine bu salonlardan birinde duruyor. Aslında bu heykeli padişah da yaptırmıyor, Avrupa seyahati sırasında kendisinin tunçtan bir heykelini yapıyor bir sanatçı. Sarayın belli bir kısmından sonrası Harem olarak geçiyor. Kapısı da farklı, devlet adamları ve elçilerin girdiği kapıdan değil, sarayın arkasındaki kapıdan giriliyor Harem kısmına. Ve hiçbir devlet erkanından biri bu kapıdan saraya giriş yapamazmış.
Sarayda aklımda kalan en ilginç şey herhalde her odadaki perdeler ve koltukların takım oluşuydu. Annemle dibimiz düştü. O kadar güzeldi ki, bir de o desenlerde o renklerde kumaşlar hala bulunur mu, hiç sanmıyorum. Sultan II. Abdülhamid' in yaptırdığı bir saat var ki, saatin yelkovanı pırlantadan ay, akrebi yakuttan yıldız. Her saat başı Osmanlı Marşları çalarmış zamanında. Saray geleneği gereği, saat Atatürk' ün ölüm saati olan 09.05' te durdurulmuş.
Sarayın içinden manzara o kadar güzeldi ki. Keşke fotoğraf çekebilseydim... :( Ama tam ana girişin oradan Boğaz Köprüsü' nün de göründüğü bir fotoğrafım var. Artık onunla idare edeceğim, Beylerbeyi Sarayı' na gidip, Boğaz manzarasını fotoğraflayamamak çok acı birşey...
Daha önce Beylerbeyi Sarayı' na gitmek hiç kısmet olmadığı için ben daha küçük bir saray sanıyordum Beylerbeyi Sarayı' nı. Ama gerçekten de beklediğimden çok daha büyükmüş. Hele bahçeleriyle. Hem ön bahçesi, hem arka bahçesi. Arka bahçenin panoramik görüntüsünü alamadım. Ama orayı da çektim. Zaten arka bahçe sarayın kafesinin, hediyelik eşya bölümünün ve çıkışının olduğu yerde. Biz sarayın kafesinde oturmadık. Çünkü manzara yook, birşey yok. Deniz kıyısındaki kapılara bile yaklaştırmamaları çok sinir bozucuydu ya. Fotoğraf çekmek istemekten daha doğal ne olabilir ki?!
Bir de bu bıcırıkları da çekmeden edemedim. O kadar güzellerdi ki, bahçeye adımımızı bir attık, oradalar. Tüm bahçeyi kafalarına göre geziyorlar. Hele beyaz olanı, herhalde diğerinden daha yaşlı, nasıl kabarıyor, kuyruğunu dikleştiriyor. Bahçenin her yerinde tüyü var. Hayat bunlara güzel, sarayda yaşayan onlar asıl. :)
Son olarak Beylerbeyi Sarayı ganimetlerimi de göstereyim size. Nerde hediyelik eşya, orda ben! :) Yeni yeni kitap ayraçları aldım. Koleksiyonuma saraylılarda eklendi. :) Bunlar da Beylerbeyi Ganimetlerim...
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Siz de gidin gezin. Çok güzeldi bence. Ama havanın daha güzel olduğu bir günü seçin derim. Hem fotoğraf çekimi için, hem de Boğaz manzarasının daha güzel olması hasebiyle. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, hayırlı akşamlar diliyorum herkese...
Teşekkür ederim ayağınıza sağlık.
YanıtlaSil